sağlıklı beslenme

  • En son Şubat 2013'te Kaliforniya'da gitmiş olduğum Uluslararası Vejetaryen Beslenme Kongresi'nden öğrendiklerimi sizlerle özet olarak paylaşmak istiyorum. Her gün 20'den fazla konuşmacı/araştırmacı vejetaryen beslenme üzerine olan değişik klinik çalışmalarından bahsettiler. NELER ÖĞRENDİM?

    • Vejetaryen olmaya karar vermeden önce çok sıkı bir hazırlık yapılması ve bu konuyla ilgili yeterli bilgi sahibi olunması gerektiği.
    • Vejetaryen olmaya karar verip ama konuyla ilgili yeterli derecede bilgisi olmayanlarda karbonhidratlı gıdalara saldırı durumunun çok sık görüldüğü.
    • En fazla B12 vitamini eksikliğinin görüldüğü ve bunun dışarıdan takviye olarak alınması gerektiği. Hayvansal gıdaların dışında bu vitaminin başka yollardan sağlanamadığı. Ama konferansta yer alan Hintli bir profesöre göre vejetaryen ağırlıklı beslenen Hindistan'da B12 vitamini eksikliğinin çok fazla görülmediği, muhtemelen bunu yüzyıllardır tükettikleri baharatlardan çeşitli yollarla aldıkları ve genlerinin ona göre bu duruma alıştığının söz konusu olduğu. Bazen bilimin bile açıklayamadığı durumların ortaya çıkabileceği Smile
    • Vejetaryenlerin et yiyenlere göre daha sağlıklı olduğu, bu kişilerde diyabet ve kanserin vejetaryen olmayanlara göre çok daha az görüldüğü.
    • Vejetaryen beslenmenin tüm dünyada daha çok yaygınlaştığı. Eskiden uçaklarda vejetaryen menü istediğinizde önünüze yanınızdaki tabağın aynısının etsiz versiyonu konulurken, bugün artık özel menülerin hazırlandığı.
    • Etçil olup sonradan vegan olanların bir süre sonra bağışıklık sistemlerinin aniden çöktükleri ve tekrardan hayvansal gıdalar tüketmeye başlayanların oranlarının hiç te küçümsenmeyecek kadar az olduklarını
    • Konuşmacılardan veganların bile vegan olmayı önermediklerini çünkü uygulamasının çok zor olduğunu ve vücudun birçok vitamin ve mineralden eksik kaldığını.
    • Obezite oranının vejetaryen olmayanlarda çok daha yüksek olduğu.
    • Safrakesesi taşı riskinin obezlerde daha fazla olduğu.
    • Et tüketenlerde, katarak riskinin vejetaryenlara ya da sadece et yemeyenlere oranla çok daha yüksek olduğu. Veganlarda ise bu riskin en düşük oranda olduğu.
    • Düzenli balık tüketenlerde Omega-3'ten dolayı (DHA) daha az Alzheimer rahatsızlığının görüldüğü.
    • DHA'nın (Docosahexaenoic acid) balık dışında yosunda da fazla miktarda görüldüğü.
    • DHA tüketimi Akdeniz tipi diyette diğer diyetlere göre daha fazla olduğundan bunama riskini azalttığı. Fakat bu diyet egzersiz ile birleştirildiğinde bunama riskinin düşmesi konusunda çok daha iyi sonuçları alındığı.
    • Keten tohumu yağının beyin sağlığına iyi geldiği.

    • Vejeteryan diyetlerde kalsiyum, B12 ve D vitamini, çinko ve B3 yağ asitlerinin eksik kaldığı, bunlara dikkat edilmesi gerektiği.
    • Diyetinde düşük miktarda protein tüketenlerde en fazla kemik kaybının görüldüğü.
    • Balıkların içerdiği cıvadan dolayı zararlı olduğunu düşünüyorsak yanıldığımızı çünkü yararının zararından çok daha büyük olduğu ve balık yemeye devam etmemiz gerektiği.
    • Balıkta balık yağına oranla çok daha fazla D vitamini olduğu.
    • İçerdiği yüksek asit ve potasyumdan dolayı ne kadar çok kola içersek vücutta o kadar az kemik yoğunluğu olacağı.
    • Veganlarda yüksek tansiyonun çok daha az görüldüğü.
    • Tiroid hormonlarından T3 ve T4'ün üretilebilmesi için günlük en az 70 mikrogram iyot almamız gerektiği.
    • En önemli iyot kaynakları: süt ürünleri, yumurta, deniz mahsulleri ve iyotlu tuz.
    • Veganların idrarlarında düşük oranda iyot değerliği saptanıldığı.
    • Vücut kitle indeksi: Veganlarda - 23.6, Lakto-ovo vejetaryenlerde - 25.7, Pesko-vejetaryenlerde - 26.3, Semi-vejetaryenlerde - 27.3, vejetaryen olmayanlarda - 28.8.
    • Vejetaryenlerde yüksek kolesterol ve insülin direncinin daha az görüldüğü.
    • Çerezlerin (ceviz, fındık, badem vs) açlığı bastırmakta etkili oldukları, yeme isteğini azalttıkları ve doygunluk hissi verdikleri. Aynı zamanda kalp rahatsızlıklarına karşı önleyici olacabilecekleri.
    • Asya ve ABD prostat kanseri oranları karşılaştırıldıklarında: Çinliler'de ölüm oranı %1, Çinli-Amerikalılarda %8.9, Beyaz Amerikalılar'da %27.
    • 1 bardak inek sütünde 96mg emilebilir kalsiyum bulunduğu ama aynı oranı 1-1/2 bardak lahanadan veya 2 bardak brokoliden de temin edebileceğimizi. İlla süt içmemiz gerekmediği.
    • Meme kanserinin Japonya'da yaşayan kadınlarda çok düşük fakat Amerika'da yaşayan 3. jenerasyon Japon-Amerikalılar'da çok yüksek olduğu. Buradan yola çıkarak yaşam tarzının çok önemli olduğu ve sadece genlerimizin bize miras kalmadığını, aynı zamanda yaşam biçimimizin de miras kaldığı.
    • Asit oranı düşük olduğundan (%0.8'den yüksek değil ise) en iyi zeytinyağının ekstra sızma zeytinyağı olduğu.
    • Chia tohumlarının (henüz Türkiye'de yok) ne kadar faydalı olduğu. Demir, kalsiyum, potasyum, magnezyum ve lif oranlarının çok yüksek olup, keten tohumundan çok daha fazla Omega-3 içerdiği.
    • Zerdeçal, tarçın ve boyotu baharatlarının kan şekerini düşürmekte etkili olduğu.
    • BAHARAT isminin nereden geldiğini biliyor musunuz? Ben bilmiyordum, konuşmacı bir profesör sayesinde öğrendim. Baharatlarla ilgili konuşma yapan kişinin ismi Dr. Bharat B. Aggarwal'dı. "İsmi Baharat ve baharatlarla ilgili konuşacak diye içimden geçirdim" Sunumundaki ilk resim Türkiye'de bir baharatçının önünde çekilmiş resmiydi. Geçen sene Türkiye'ye gelene kadar o da isminin baharat anlamına geldiğini bilmiyormuş. Mısır çarşısına gidip her yerde baharat yazdığını görünce dayanamayıp sormuş. Konferans sonrası konuştuğumuzda Hindistan'ın eski isminin Baharat olduğunu ve muhtemelen biz oradan tüm bu baharatları getirirken oraya ait olduğunu belirtmek için baharat ismini vermişiz Sealed
    Vejetaryen: Et veya diğer hayvansal gıdaları dinsel ya da kişisel sebeplerden dolayı tüketmeyen kişi. Bu kişiler genelde veganlara göre daha esnek olup süt ürünleri ve yumurta tüketebilirler.
    Vegan:Tüm hayvansal gıda içeren besinleri tüketmeyen kişi. En katı grup.
    Lakto: vejetaryen - Yumurta tüketmeyen ama diğer süt ürünlerini kullanan kişi.
    Ovo-vejetaryen: Yumurta tüketen fakat süt ürünlerini tüketmeyen kişi.
    Lakto-ovo-vejetaryen: Yumurta ve süt ürünlerini tüketen ama diğer hayvansal gıdaları tüketmeyen kişi.
    Semi-vejetaryen: Genellikle vejeteryan ağırlıklı yiyen ama ara sıra hayvansal gıdalar tüketen kişi.
    Pesca-vejetaryen: Balık dışında diğer et ürünlerini tüketmeyen kişi.
    Her sene vejetaryen sınıfına farklı kategoriler eklenebiliyor.
     
  • Çimen suyu dediğimiz şey buğday suyudur. Ufak tepsilere ekilen buğday tohumları aşağı yukarı 15-20cm uzadıktan sonra kesilir ve suyu çıkarılarak içilir. 

    Çimen suyu, tepsisinden taze, kesilir kesilmez içildiğinden klorofil yoğunluğu inanılmaz derecede yüksektir. Bitkilerin çoğunda bulunan klorofil güneşten gelen enerjidir, ve biz çimen suyunu içerek direk bu enerjiyi kendi hücrelerimize veririz. Klorofilin içinde yüksek miktarda vitaminler, mineraller ve protein bulunur. Klorofili esasında bitkinin kanı olarak ta adlandırabiliriz, çünkü klorofil olmadan birçok bitki hayatta kalamaz. Klorofil tüm hücreleri kuvvetlendirdiği gibi aynı zamanda karaciğeri ve kanı temizleme gibi bir özelliğe de sahiptir. Çimen suyunda likit oksijen bulunur. Bu oksijen, gıdaların daha iyi metabolize olmasını ve daha net ve açık düşünmeyi sağlar, çünkü beyin sağlıklı fonksiyon gösterebilmek için vücuttaki oksijenin yüzde 25’ini kullanır. 
    Günde iki kahve fincanı kadar çimen suyu tükettiğinizde günlük ihtiyacınız olan A,C,E ve B-vitaminlerinden almış olursunuz. Tüm bunların yanı sıra vücudun kalsiyum, demir, sodyum, potasyum ve magnezyum ihtiyaçlarını da belirli ölçüde karşılar.

    Bunları biliyor muydunuz?
    • Çimen suyu toprakta bulunan 102 mineralden 92sini içinde barındırıyor.
    • Çok yüksek enzim oranı olduğu kadar yüzde 70 klorofil içeriyor.
    • Çimen suyu vitamin ve mineral eksikliklerini kapatmada faydalı olabiliyor. 

    Çimen suyunu yetiştirebilmek için gerekli malzemeler şunlardır: Altında ufak delikleri olan en az 2 tepsi, toprak ve buğday tohumu. Toprak birinci tepsinin üzerine eşit oranda yayılarak konur, üzerine toprağı kapatacak şekilde tohumlar serpiştirilir ve bol su verilir. Birinci tepsinin üstü ikinci tepsiyle kapatılır. Günde iki kez sulanır. Artık tohumlar uzayıp çimen haline geldiklerinde zaten üzerinde bulunan ikinci tepsiyi havaya kaldırmaya başlar. Bundan sonra ikinci tepsi bir kenara konulur ve birinci tepsideki çimenler büyümeye bırakılır. 15-20cm olduklarında içilecek kadar çimen kesilip suyu sıkılır. Bir kahve fincanı kadarı idealdir. Çimen suyunun kendine ait özel bir makinası vardır. Bunun dışında hiçbir makinayla suyu çıkmaz. Kesinlikle evdeki normal sebze-meyve sıkacağı ile bunu denememenizi tavsiye ederim, yoksa aletinizin bozulma riski çok yüksektir. Eğer evde yetiştirmiyorsanız artık dışarıda birçok meyve ve sebze sıkan yerden bunu tedarik edebilmeniz mümkündür.

    Kesinlikle aç karnınıza içmeyin. Böylelikle direk kana karışır ve etkisini çok daha iyi gösterir. Ama eğer ilk kez çimen suyu içecekseniz bunu boş bir gününüzde evinizde ya da evinize yakın bir yerde içmenizi tavsiye ederim. Mideniz bulanabilir, ya da aşırı baş ağrısı çekebilirsiniz veya bağırsaklarınız bozulabilir. Bunların hiçbirisi de olmayabilir, ama ben sizin yerinizde olsam işimi sağlama alırdım.

     

  •  

    Canyon Ranch, hayallerimin de ötesinde bir yer yaratmış. Uzun bir yolculuktan sonra merkeze vardığımda bana bir egzersiz uzmanı ile görüşme ayarladılar. Zumba dersinde her şeyi unutup müzik eşliğinde ne kadar mutlu olduğumu fark edince ben de şaşırdım. Derse canlı müzik grubu getirilmişti, davul, tef... Afrika, Latin müzikleri ve iki eğitmen eşliğinde dans dersimizi yaptık. Hocalardan birisi hızlı ritimde yaparken diğeri de yetişemeyenler için daha yavaş ritimde dans ediyordu. Bir başka zumba dersinde canlı DJ vardı. Müzikler yıkılıyordu. Hocalar ise dehşet iyiydi. Zumba ve havuzda egzersiz dersleri orada kaldığım sürece vazgeçilmezlerden oldu benim için.

    Havuzda yapılan Watsu masajı yıkılıyordu. Giderseniz muhakkak bir kez Watsu masajı yaptırın derim. Diyelim spor istemediniz, masajlar da sizi açmadı o zaman kolye yapma dersinden tutunda fotoğrafçılıktan doğada nasıl hayvanları takip ederseniz gibi saymakla bitiremeyeceğim derslere katılabilirsiniz. Ha o da olmadı o zaman spiritüel alanda tarot kartı, numeroloji, astroloji... gibi farklı görüşmelere girebilirsiniz. Bu da mı kesmedi, değişik saatlerde alanlarında uzman yazarlar, doktorlar ve daha birçok değerli kişinin konuşmasına katılabilirsiniz. 

    Yemekler mi? Menüde tüm yemeklerin kalorileri, ve diğer besin değerleri yazıyor. Siz ona göre istediğinizi seçip sipariş veriyorsunuz. Amaç sağlıklı yaşamayı zihninizde oturtmak. Yani kendi kararlarınızı kendinize verdirtmek ki buradan çıktığınızda "Peki, ben şimdi ne yiyeceğim" olmayın. Diyet hiçbir ürün yok, diyet kola ya da tatlandırıcı gibi. Her yerde sürekli taze organik meyve var. "YASAK" mevhumu yok ama diyelim ki nasıl besleneceğinizi bilmiyorsunuz, o zaman da beslenme uzmanlarından biriyle görüşüp güzel bir yönlendirme alabiliyorsunuz. 

    Bu arada tüm tesiste bahşiş verilmesi yasak. Cüzdanınızı sadece merkezi terk ederken son gün yanınıza alıyorsunuz.

     

  • (Sadece bayanlara yönelik diyabet ve zayıflatma programı)

    Oraya gece vardım. Sabah uyandığımda kahvaltıya gittim. Açık büfeydi ve istediğimiz kadar her şeyden yiyebiliyorduk. Gerçi sağlıksız bir şey yoktu ama hepsi de aşırı tüketildiğinde kilo yapabilirdi. Şaşırmıştım, çünkü açık büfe bana göre değil diye düşünüyordum. Gün içinde uzman bir terapist kadınları toplayıp sohbet havasında herkesi konuşturuyordu. Kadınlar neden orada olduklarını anlatıyorlardı. 

    Kış ortası olduğundan dışarıda kar ayakkabılarıyla yürüyüşler, cross-country skiing gibi açık hava sporları mevcuttu. Gün içinde de sürekli egzersiz dersleri vardı. 

  • Gittiğimiz gün öğlen açık büfeden istediğinizi yiyin dediler. O da ne, büfede sadece çiğ sebzeler, baklagiller ve çerezler vardı!!! Kabak, karnabahar, brokoli, filizlenmiş mercimek, kereviz, biberler, vs… Hippocrates’te yemek düzeni şöyleydi: Sabah aç karnına taze sıkılmış çimen suyu, arada salatalık suyu sonra öğlen yemeği, arada kereviz-salatalık suyu ardından akşam yemeği. Her şey çiğ, her şey sebze. Meyve bile yoktu. Konsept vücuttaki alkali seviyesini yükseltip asit seviyesini minimuma indirmekti. Tüm hastalıkların nedeninin vücuttaki fazla asit olduğuna inanıyorlardı.

    İlk başta çok zorlandığımız bu programda gün geçtikçe inanılmaz enerjiyle dolduğumuzu, kilo verdiğimizi ve etrafımızdaki birçok hasta kişilerin iyileştiğini görünce daha büyük bir motivasyonla programa devam ettik. 

    Programa başlamadan önce kan tahlilleri yapılıyor ve program bitiminde tekrar tahlil yapılıp başlangıç ve bitiş değerleri karşılaştırılıyor. Aynı zamanda mikroskopta alınan ufacık kandan hücre analizi yapılmakta ve kişi ona göre yönlendirilmektedir. Gün içinde çeşitli dersler verilmekte ve kişiler bu tarz beslenme ve hastalıklarla ilgili bilgilendirilmekteler. Burada kilo vermeye yönelik kalori hesaplarının hiçbirisi yoktur. Size söylenilen tek şey, sağlıklı yerseniz vücut otomatik olarak gerektiği kiloya düşecektir. 

    Önerilen minimum kalma süresi 3 haftadır. Eğer gidecek olursanız lütfen en az 3 hafta kalmaya özen gösterin. 

    Hippocrates benzeri bir yer de Ann Wigmore Institute Puerto Rico’da yer almaktadır. Sanırım Kaliforniya’da da benzer yerleri bulunmaktadır. Eğer “raw food centers” diye internette araştırma yaparsanız, daha detaylı bilgilere ulaşacağınıza inanıyorum.

  • Kongre'de konuşulanlar:

    1. Yetişkinlik çağından itibaren kişiler her 10 yılda ortalama 2.5 kg alıyorlar.

    2. Psikolojik problemlerden kaçmak için bazı kişilerde fazla egzersiz yapma eğilimi olabiliyor ve bu insanlar bir süre sonra egzersiz bağımlısı haline gelebiliyorlar. Vücut spor esnasında endorfin adlı kendimizi iyi hissettiren hormon salgılandığından, spor yapan kişi de bu hormonu özlüyor ve aşırıya kaçabiliyor.

    3. Egzersiz için genelleme yapmak çok zor. Yapılan 12 haftalık düzenli egzersiz üzerine bir araştırmada herkesin vücudunda farklı değişimler ortaya çıktığı gözlemlendi. Bundan dolayı kişileri egzersiz konusunda belli bir kategoriye koymak çok zor. Her vücut çok farklı.

    4. Egzersiz daha fazla açlığa yol açabiliyor ve dolayısıyla spor yapan kişiler de daha fazla yemek yeme eğilimi olabiliyor.

    5. Düzenli egzersiz yapıldığı takdirde bir süre sonra vücut bu egzersiz temposuna alışıyor ve açlık hissi kaybolabiliyor.

    6. İki grup arasında karşılaştırma yapmak için klinik bir çalışma yapılıyor. 1. Grup Diyet + Egzersiz yapıyor (haftada 3 yürüyüş) 2. Grup sadece diyet yapıyor. Bu araştırmanın sonucuna göre iki grup arasında kas kaybı, vücut ağrılığı, yağ yüzdesi ve bel çevresi incelmesinde belirgin bir fark görülmüyor. Sadece kalça çevresinde egzersiz ile daha fazla incelme görülüyor. 1. Grupta 7.15 cm kalçada incelme görülürken 2. Grupta bu oran sadece 4.84 cm'dir. Bu çalışmaya göre bölgesel zayıflamada egzersizin daha etkin olduğu gözlemlenmektedir.

    7. Çocukların gelişiminde egzersiz beslenmeden daha önemli bir yer tutmaktadır.

    8. İstanbul okullarında yapılan araştırmalarda çocukların %41'inde obezite görülmektedir.

    9. Türkiye'de obezite oranı %35'tir.

    10. Post menopoz zamanı kilo alımının önüne geçebilmek için mutlaka egzersiz ve diyet yapmak gerekiyor.

    11. Kemik erimesinin önüne geçebilmek için Harvard maksimum 1 bardak süt önerirken Amerikan tarım bakanlığı her öğün bir bardak süt tavsiyesinde bulunuyor.   

  • Incosol’a vardığımızın ertesi sabahı aç karnına kan tahlili yaptılar. Bayağı detaylı görüşmelerden sonra doktor ve beslenme uzmanı eşliğinde kaç kalorilik nasıl bir diyet takip etmemiz gerektiği söylendi. Doktor ayrıca spa’da yer alan terapilerden hangilerinin bizim için uygun olduğunu belirtti. Terapilerin çoğu vücudu inceltmeye ve toparlamaya yönelikti.

    Kahvaltı ve öğlen yemeği açık büfeydi, fakat büfenin orada hep birkaç kişi oluyordu ve servisi onlar bize yapıyordu. Biz istediklerimizi söylüyorduk, onlar da porsiyonları ayarlıyordu. Herkesin kalori ihtiyacına göre aldığı porsiyon miktarı farklı oluyordu. Bir de muhakkak akşamüstü çayımız oluyordu. Akşam yemekleri saat 20:00-23:00 arası oluyordu. Akşam yemeklerini önümüze gelen menüden seçiyorduk: Başlangıç, ana yemek ve tatlı. Yemekte muhakkak canlı müzik de oluyordu. Buradaki en güzel şey insan kendini hiçbir zaman diyetteymiş gibi hissetmemesiydi.

    Incosol aynı zamanda 5 yıldızlı otel olduğundan kilo vermenin yanı sıra sadece otelde kalmaya gelip spa'sını kullanmak isteyenler de oluyordu.

    Her sabah kahvaltıdan önce sahilde yürüyüşe gidiyorduk. Başımızda bir eğitmen oluyordu. Hepimiz kendi tempomuza göre yürüyüp belli bir saatte otele geri dönecek otobüsün önünde buluşuyorduk. Öğlen yemeğinden önce havuzda bir saatlik su egzersizi oluyordu. 

    Haftada iki kere tartılıyorduk ve iki kere de doktor görüşmemiz vardı. Bir de vücut ölçülerimiz alınıyordu, verdiğimiz kilonun yanı sıra ne kadar inceldiğimizi de görmek için… Burası daha çok batı tarzı diyet uyguluyor. Yani alternatif merkezlerdeki gibi gelir gelmez ilaçlarınızı bıraktırıp genellikle vejetaryen ağırlıklı beslenmeye yönlendirmiyorlar.

    Ben bir haftada 4 kilo verdim, ama ikisini hemen ertesi hafta geri aldım. Annemler bir buçuk ayda 10 kilo verdiler ve uzun bir süre kilolarını korudular.

  • Yazıma başlamadan önce şu noktayı vurgulamam gerektiğine inanıyorum: Bugüne kadar hiçbir markayla çalışmadım, ürünlerini satmadım, ya da kaldığım detoks/zayıflama merkezlerinin ücretlerini kendi cebimden ödedim ki kimseye borçlu hissetmeden dilediğimce, özgürce bireylerin ve toplumların sağlığını düşünebilecek şekilde fikirlerimi dile getirebileyim.

    Son zamanlarda sürekli her yerde Sarelle'nin "Siz ne yerseniz çocuğunuz onu yer"reklamlarını gördükçe bu nasıl bir mesajtır acaba diye düşünmeye başladım. Doğru, çocuğunuz siz ne yerseniz onu yer ama acaba siz Sarelle mi yemelisiniz sorusunu aklımdan geçirmeden edemedim. Kalktım Sarelle'nin sahiplerinden Zafer bey ile görüşmeye gittim. Sağolsun beni kırmadı ve büyük bir sabırla "Ama çocuklara yönelik olmamalı bu reklam" diye defalarca aynı konuyu dile getirmemi dinledi. Hatta eğer Sarelle ile ilgili negatif birşey yazarsam da bana karşı dava açmayacağını söyledi  Malum dikkatli olmam gerekir.

    Zafer bey, kendisinin de çocukları olduğunu ve Sarelle'yi satın aldıktan sonra içindeki malzemeyi baştan aşağıya değiştirdiklerini çünkü kendi ailesinin de bunları rahatlıkla tüketmesini istediğini belirtti. Piyasada katkı maddesiz fındık/kakao ezmesi olmadığını, kendilerinin tamamen doğal ve içinde palm ya da trans yağ olmadan ve hiçbir GDO'lu ürün kullanmadan üretim yaptıklarını, hatta reklam filmlerinde "doğal" kelimesini kullandıkları için rakip firmaların dava açtıklarını söyledi. Dava sonucu ne mi olmuş? Kaybetmişler çünkü tarım bakanlığı tarafından "haksız rekabet" olarak belirlenmiş, piyasadaki diğer ürünler doğal olmadıkları için. 

    Şimdi bana sorarsanız, ben yine de reklamlarına takıldım, sonuçta çocuklar sarelle mi yemeli diye düşünüyorum. Onların da bakış açısı şöyle, nasıl olsa çocuklara piyasadaki diğer içinde kötü malzemeler olan ürünler veriliyor, satın alınıyor, en azından bizimkisi alınsın. Hımmm.... bana göre tabii ki hiç alınmasın! İçerikler kısmında ilk sırada şeker sonra bitkisel yağ ve 3. sırada yüzde 13'lük bir rakamla fındık geldiğini belirtip sonuçta çocuklar şeker alıyor diyorum. Uluslararası gıda kodeksine göre tüm dünyada "İÇİNDEKİLER" kısmında kullanılan malzemeler en fazladan en aza doğru gitmek zorundadır. Bu tüm ürünler için geçerlidir. Ben en fazla şeker olduğunu ve çocuklar o zaman sırf şeker mi yiyecekler diye sorduğumda, Türk halkı tatlı sevdiğinden diğer opsiyonlarımız da var diyor. Hangi halk tatlı sevmiyor ki?  Hemen içeriğinde yüzde 45 fındık olan ürününü gösteriyor. "Bu daha sağlıklı ama genelde insanlar şeker oranı yüksek olanı daha çok seviyor" diyor. 

    Son söz olarak, Zafer bey belki kızacak ama, ben yine de reklamlarına takıldım ve onaylamıyorum. İşin içine çocuklar girince çok hassas oluyorum da!!! Ürünlerini farklı reklamlarla dile getirebilirler. Sonuçta şeker sadece çocuklar için değil, hamileler ve yetişkinler için de çok zararlı.  

     

     

  • Polikistik Over Sendromu (PCOS) Nedir?

    Doğurganlık yaşına gelmiş kadınların yüzde 5 ile 10’unu etkileyen endokrin rahatsızlığıdır (hormonsal dengede bozukluk). İlk kez 1935 senesinde Stein ve Leventhol tarafından ortaya çıkarılan PCOS’un belirtileri başta regli düzensizliği olmak üzere, vücutta yüksek seviyede androjen (erkeklik hormonu) salgılanması ve insülin direncidir.  Hormonsal dengesizlikten dolayı bir sürü ufak kist (polikist) yumurtalıkların etrafında oluşur. 

    Androjen hormonunun fazlalığı, kadınlarda aşırı derecede tüylenmeye yol açtığı gibi, akne ve benzeri cilt sorunlarıyla birlikte düzensiz regli oluşumuna da neden olur. PCOS olan kadınların yüzde 50’yle 70’inde insülin direnci görüldüğünden kilo vermeleri olukça zorlaşır. Esasında bu bir kısır döngüdür. PCOS kilo vermeyi zorlaştırır, hatta kilo almayı tetikler. Kişi kilo aldıkça da PCOS’un vücuttaki olumsuz etkileri daha da artar. Bundan dolayı erken yaşlarda teşhisi çok önemlidir, çünkü ona göre gerekli tedbirler alınabilir. Bazen ergenlik çağındaki çocuklar kilolarını korumakta zorlanırlar ve hızla kilo almaya başlarlar. Ne kadar dikkat ederlerse etsinler bir türlü engel olamazlar. Bunun üstüne birçok anne ya kendisi, çocuğu üzerinde diyet uygulamaya kalkışır, ya da diyetisyen diyetisyen gezinip durur. Fakat nedeni bilmeden çözüme ulaşmak imkânsızdır ya da ulaşılan çözümler her zaman geçici olmaya mahkûmdurlar. Bu yüzden gerekli doktorlara yönlendirmek açısından diyetisyenlerin rolü çok büyüktür. 

    Nasıl Bir Beslenme Programı İzlenilmelidir?

    Yapılan birçok araştırmaya göre PCOS olanların düşük doymuş yağlı ve yüksek lifli gıdalarla beraber düşük glisemik indeksi olan besinler tüketmelerinde fayda vardır. PCOS’lu kişilerin canları, olmayanlara göre daha fazla karbonhidrat çeker. Bundan dolayı yetişme çağındakiler karbonhidratı sınırlamakta zorlanıp uzun vade de kilo alabilirler. Diyetisyenlerin, hem aileleri hem de çocukları tam buğdaylı gıdaları tüketmeleri konusunda eğitmeleri gerekir. Her 3-4 saatte bir şeyler yemek ve her öğün ve ara öğünle birlikte yeterli protein almak kan şekerini dengelemek açısından çok önemlidir.   

    Polikistik Over Sendromu Olduğunu Nasıl Anlarız?

    ·     Düzensiz regli dönemleri
    ·     Yemeden önce baş dönmesi, halsizlik, asabiyet durumları yaşamak, fakat yedikten sonra daha  iyi hissetmek
    ·     Hipoglisemi
    ·     Belli laboratuar değerlerinin sonuçlarının normal seviyelerin dışında çıkması
    ·     Özellikle yüz bölgesinde aşırı tüylenme yaşama
    ·     Yoğun karbonhidrat yemek isteği duyulması
    ·     Dirseklerin kuruması
    ·     Vücutta kir şeklinde koyu lekelerin oluşması
    ·     Egzersiz ve diyete rağmen kilo verememe
    ·     Saç Kaybı
    ·     Karın bölgesinde aşırı yağlanma
    Gerekli Klinik Testler
    ·      LH
    ·      FSH
    ·      DHEA-sulfate
    ·      Total ve Free testosterone
    ·      Açlık kan şekeri
    ·      Açlık insülin
    ·      HbA1C
    ·      C-reactive proteinTransvajinal Pelvis Ultrason

  • Sütle ilgili uzun yıllardan beri tartışmalar devam eder. Geçenlerde yaşam koçu olan arkadaşım Hakan Arabacıoğlu bu konuyla ilgili çok güzel bir yazı yazmış. Ben de bu yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. Yazıyı okuduktan sonra süt içmeli mi yoksa içmemeli mi seçimini de sizlere bırakıyorum. Sağlık dolu günler sizlerle olsun.
    Hakan Arabacıoğlu'nun farklı ve bilgilendirici yazıları için www.zestcoaching.com sayfasından faydalanabilirsiniz.

    İşim sorgulanmayanı sorgulatmak...

    Merhaba,

    Birçoğumuzun nedenini veya gerçekliğini hiç sorgulamadan kabul ettiği o kadar çok şey var ki hayatımıza yön veren.

    Milyoner Aklın Sırları adlı kitaptan küçük bir alıntı yaparak başlayayım:

    Kadının biri akşam yemeği için jambon pişirirken jambonun her iki ucunu da kesiyormuş. Bunu görünce şaşıran kocası, neden iki ucu da kestiğini sormuş. Kadından "Annem böyle pişirirdi" cevabını almış. Rastlantı bu ya, kadının annesi o gece onlara yemeğe gelmiş. Kendisine jambonun neden her iki ucunu da kestiğini sormuşlar. O da "Annem böyle pişirirdi" demiş. Sonuçta anneanneye telefon ederek aynı soruyu sormuşlar, anneannenin cevabı ne olmuş dersiniz? "Çünkü tencerem çok ufaktı!"

    Yıllar önce epey araştırdıktan sonra sütle ilgili bir çeviri yapıp internette bir iki e-posta grubuna göndermiştim. Çeviri kısaca süt ve süt ürünlerinin sağlığa faydalı değil zararlı olabileceğini anlatıyordu. Ana çıkış noktası da doğaydı. Doğada hiçbir hayvanın başka bir hayvanın sütünü içmiyor. Ergenlikten sonra süt içen hayvan bulunmuyor. İnsan vücudunda sütü sindiren enzim ergenlikten sonra vücut tarafından neredeyse hiç üretilmiyor. O zaman biz niye içiyoruz?

    Böyle nedeni veya gerçekliği hiç sorgulanmadan kabul edilen o kadar çok şey var ki hayatlara yön veren. Sütü sevmediği, midesi gaz yaptığı halde süt içen insanlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz... Neden? Süt iyidir dendiği için. Jambonu pişirirken iki ucunu kesen insanlar var. Neden? Annesinden böyle gördüğü için.

    Dev endüstriler tarafından mesaj bombardımanına tutulduğumuz, biraz da neyi niye yaptığımızı unuttuğumuz bir dönemi yaşıyoruz. İşte benim işim, sorgulanmayanı sorgulatmak. Neden yaptığınızı bilmediğiniz ezberlerinizi bozmak... Kendinizi ortaya çıkarmak... Ne istediğinizi size keşfettirmek ve onu yapmanıza destek olmak...

    Sevmediğiniz halde, sağlıklı dendi diye içtiğiniz sütü bırakma zamanı artık...
                                                                                                      Hakan Arabacıoğlu

  • Kilolarımla vermiş olduğum savaş ve sonunda gelen zaferimi sizlerle bu kitabımda paylaşıyorum. Ama bu zafer öyle kolay olmadı. Hayatımda keşke "Bir defa 80 kilo oldum ve sonra da diyet yapıp kilo verdim," diyebilseydim. Kilom borsa gibiydi, inişli çıkışlı. 3 ay önce görenler "Didem, müthiş olmuşsun" derken, 3 ay sonra gördüklerinde "Didem, ne kadar kilo almışsın" diyerek şaşkınlıklarını gizleyemezlerdi. Acaba tüm hayatım diyet yaparak mı geçecekti? Dünyada diyet yapanların yüzde 98'i kilo alırken benim yüzde 2'ye girme oranım ne olabilirdi?

    İşte bu kitapta kendimle yüzleşmelerim, yaşadıklarım, hissettiklerim, duygularım, aile bireylerimin tepkileri, onların kilolarıyla savaşları ve daha niceleri var. Gittiğim bir çok yayınevi "3 günde 4 kilo verin" ya da "40 günde mucize vücudunuz olsun" tarzı kitaplar istediler. Senelerce kilo sorunu yaşayan ve diyet reklamlarıyla, tuzaklarıyla kandırılmış bir insan olarak nasıl karşımdakilere aynısını yapabilirdim ki?

    Kitaptan şahsıma gelecek tüm gelir de Türkiye çapında ihtiyaçlı okulların ve çocukların eğitiminde kullanılacaktır. Ablam Nesrin Kanca son 1 senedir tek tek okullarla kontağa geçerek tüm eksikleri öğreniyor ve bunları tedarik edip okullara gönderiyor. Kitabı yazması benden, almayı sizlere, gelecek geliri doğru yerlere ulaştırmayı Nesrin'e bırakıyorum smile Bu benim hayalimdi, kitabımdaki bilgiyle insanlara faydalı olabilmek, geliriyle de çocuklara...

    Şimdiden destek olan herkese kucaklar dolusu gönülden kocaman bir teşekkür ediyorum.  

    www.dr.com.tr/Kitap/Yarin-Diyete-Basliyorum/Didem-Kanca-Ustay/Egitim-Basvuru/Saglik/Beslenme-Diyet/urunno=0000000693769